EDITORIAL | |
1. | What do the amendments to the associate professorship exam regulation mean? Burhanettin Kaya doi: 10.5505/kpd.2023.95871 Pages 151 - 154 Abstract |English PDF | Turkish PDF |
RESEARCH ARTICLE | |
2. | Decreased serum levels of glial markers and their relation with clinical parameters in patients with schizophrenia İhsan Çetin, Ömer Faruk Demirel, Tarık Sağlam, Nazım Yıldız, Alaattin Duran doi: 10.5505/kpd.2023.81557 Pages 155 - 162 GİRİŞ ve AMAÇ: Şizofreninin nörogelişimsel hipotezi, glial fibriler asidik protein (GFAP) ve glial hücre hattından türetilmiş nörotrofik faktör (GDNF) fonksiyonlarındaki değişikliklerin şizofreninin patogenezinde rol oynayabileceğini düşündürmektedir. Ancak bu moleküllerin şizofreninin klinik özellikleri ile ilişkisi hakkında sınırlı bilgi bulunmaktadır. Bu çalışmada şizofreni hastalarının sağlıklı kontrollerle serum GFAP ve GDNF düzeylerinin karşılaştırılması ve şizofreni hastalarında klinik parametrelerin moleküllerin serum düzeylerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Psikoz biriminde takip edilen 37 şizofreni hastası ile yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş, psikiyatrik hastalik öyküsü olmayan 37 sağlıklı kontrol alındı. Hastalar pozitif ve negatif sendrom ölçeğinin Türkçe versiyonu ile değerlendirildi. Hastalar pozitif ve negatif sendrom ölçeğinin Türkçe versiyonu ile değerlendirildi. Öte yandan, hem hastalara hem de sağlıklı kontrollere sosyodemografik soru formu uygulandı. BULGULAR: Şizofreni hastalarının serum GDNF ve GFAP düzeyleri sağlıklı kontrollere göre anlamlı olarak düşüktü. Ayrıca bu hastalarda serum GDNF düzeyleri genel ve negatif sendrom skalaları (PANSS) ile negatif korelasyon gösterdi. TARTIŞMA ve SONUÇ: PANSS ile şizofreni hastalarının GDNF düzeylerindeki değişiklikler arasında ilişki olduğu görülmüştür. Bununla birlikte, bu ilişkilerin altında yatan biyolojik mekanizmaları anlamak ve glial markırların şizofreninin tanısı için biyobelirteç olarak yararlı olup olamayacağını anlamak için beyin omirilik sıvısında da bu markirlarin ölçüldüğü daha geniş klinik çalışmalara ihtiyaç vardır. INTRODUCTION: The neurodevelopmental hypothesis of schizophrenia suggests that alterations of glial fibrillary acidic protein (GFAP) and glial cell line-derived neurotrophic factor (GDNF) functions may play a role in the pathogenesis of schizophrenia. However, there is limited information about the relationship of these molecules with the clinical features of schizophrenia. In this study, it was aimed to compare patients with schizophrenia and healthy controls in terms of serum GFAP and GDNF levels and to investigate the effects of clinical parameters on serum levels of molecules in patients with schizophrenia. METHODS: 37 patients with schizophrenia followed in the psychosis unit and 37 age- and sex-matched healthy controls without a history of psychiatric disease were recruited in study. The patients evaluated through the Turkish version of positive and negative syndrome scale. On the other hand, sociodemographic question form was applied to both the patients and the healthy controls. RESULTS: Serum GDNF and GFAP levels of patients with schizophrenia were significantly lower than those of healthy controls. Furthermore, serum GDNF levels were negatively correlated with general and negative syndrome scales (PANSS) in these patients. DISCUSSION AND CONCLUSION: It has been observed that there is a relationship between PANSS and changes in the GDNF levels of schizophrenia patients. However, larger clinical studies in which these markers are also measured in cerebrospinal fluid are needed to understand the biological mechanisms underlying these associations and to understand whether glial markers could be useful as biomarkers for the diagnosis of schizophrenia. |
3. | The frequency of OPRK1 G36T and OPRM1 A118G opioid receptor gene polymorphisms in heroin-dependent individuals and non-dependent healthy subjects in Turkey Gunnur Demircan, Tuğçe Toker Uğurlu, Gülizar Zengin, Ata Onur Kepenek, Selim Can Berk, Damla Saygin, Idea Nehir Ozliman, Figen Ateşci, Demet Akın doi: 10.5505/kpd.2023.73693 Pages 163 - 169 GİRİŞ ve AMAÇ: Eroinin birincil etki bölgesini kodlayan Mu opioid reseptörü (MOR) geninin (OPRM1) polimorfizmlerinin de eroin bağımlılığı ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Bu çalışmanın amacı, Türkiye'de bir erkek popülasyonunda eroin bağımlılığı ile G36T OPRK1 ve A118G OPRM1 reseptör gen polimorfizmleri arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Eroin kullanan (başka bir madde kullanmayan) 102 erkek hasta ve opioid kullanım öyküsü olmayan 82 kişi değerlendirildi. MOR ve Kappa opioid reseptörleri (KOR) genleri üzerindeki A118G ve G36T SNP'leri, TaqMan 5'-eksonükleaz alel ayrım deneyleri ile değerlendirildi. BULGULAR: Ortalama eroin kullanım süresi 4,6±1,9 yıldı. G36T polimorfizmi ve heterozigot genotip hasta grubunda (OPRK1 geni) daha sık bulundu. Hasta grubunda 79 (%77,5) hasta yabani tip genotipe, 23 (%22,5) hasta ise mutant genotipe sahipti. Kontrol grubunda 76 (%92,7) kişi yabani tip genotipe, 6 kişi (%7,3) mutant genotipe sahipti (p=0,005). Yabani tip alel frekansı 0,894 ve mutant tip alel frekansı 0,105 olarak belirlendi. A118G polimorfizmi açısından gruplar arasında genotip açısından fark olmadığını tespit edildi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımız, OPRK1'in opioid bağımlılığında önemli bir rol oynadığını desteklemektedir. Ancak, çoğu çalışmanın aksine, Türk deneklerde A118G ile herhangi bir ilişki tespit edilemedi. Türkiye'de opioid gen polimorfizmlerinin klinik etkilerinin belirlenmesi için daha fazla araştırma yapılması gerektiğini düşünüyoruz. INTRODUCTION: Polymorphisms of the Mu opioid receptor (MOR) gene (OPRM1), which encodes for the primary action site of heroin, have also been found to be associated with heroin addiction. The aim of this study was to investigate the relationships between heroin addiction and G36T OPRK1 and A118G OPRM1 receptor gene polymorphisms in a male population in Turkey. METHODS: 102 male patients with heroin use (without any other drug use) and 82 subjects without any history of opioid use were evaluated. The A118G and G36T SNPs on the MOR and Kappa opioid receptors (KOR) genes were assessed via TaqMan 5’-exonuclease allelic discrimination assays. RESULTS: The mean duration of heroin use was 4.6±1.9 years. The G36T polymorphism and heterozygous genotype were both found to be more frequent in the patient group (OPRK1 gene). In the patient group, 79 (77.5%) patients had wild-type genotype and 23 (22.5%) patients had mutant genotype. In the control group, 76 (92.7 %) subjects had wild-type genotype and 6 (7.3 %) subjects had mutant genotype (p=0.005). Wild type allele frequency was determined to be 0.894 and mutant type allele frequency was 0.105. With regard to the A118G polymorphism, we found that there was no difference between groups in terms of genotype. DISCUSSION AND CONCLUSION: Our findings support a considerable role for OPRK1 in opioid addiction; however, in conflict with most studies, we did not determine a relationship with A118G in Turkish subjects. We suggest that further studies should be conducted to ascertain the clinical implications of opioid gene polymorphisms in Turkey. |
4. | Evaluation of substance induced and substance free first-episode psychosis in terms of inflammatory whole blood count parameters Hidayet Ece Arat Çelik doi: 10.5505/kpd.2023.14564 Pages 170 - 176 GİRİŞ ve AMAÇ: Madde kullanımının, yatkınlığı olan bireylerde psikotik atağı tetiklediği bilinmektedir. Son yıllarda inflamatuvar süreçlerin psikotik bozukluktaki önemine yapılan vurgu giderek artmaktadır. Bu çalışmada inflamatuvar tam kan parametrelerinin maddeye bağlı ilk atak psikoz (mİAP(+)) ile madde ile ilişkisiz ilk atak psikozda (mİAP(-)) ne yönde değişim gösterdiğinin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya mİAP(+) tanısı alan 32 birey, mİAP(-) tanısı alan 48 birey ve 80 sağlıklı kontrol dahil edilmiştir. Gruplar arasında inflamatuvar tam kan parametrelerinin karşılaştırılmasında, yaş ve cinsiyet eş değişken olarak alınarak MANCOVA uygulanmıştır, post hoc LSD testi yapılmıştır. Klinik değişkenlerle inflamatuvar tam kan parametreleri arasındaki ilişkiye Pearson korelasyon analiziyle bakılmıştır. BULGULAR: Monosit düzeylerinin mİAP(+) tanılı bireylerde mİAP(-) tanılı bireylere ve sağlıklı kontrollere göre yüksek olduğu, PLR düzeylerinin ise mİAP(+) tanılı bireylerde sağlıklı kontrollere göre düşük olduğu bulunmuştur. mİAP(+) grubunda hastalık süresi ile monosit düzeyleri arasında orta düzeyde anlamlı ilişki saptanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: İnflamatuvar tam kan parametrelerinin mİAP(+)’de mİAP(-) ve sağlıklı kontrollere göre farklılık gösteriyor olması inflamatuvar süreçlerin bu duruma katkı sağladığının göstergesidir. Ancak henüz elimizdeki veriler bu parametrelerin klinik pratikte kullanılmasını destekleyecek yeterlilikte değildir. INTRODUCTION: Substance use is known to trigger psychotic episodes in individuals predisposed to psychosis. Recently, the importance of inflammatory processes in psychotic disorders has been increasingly emphasized. This study aimed to examine the manner in which inflammatory whole blood count (WBC) parameters change in substance-induced first-episode psychosis (siFEP) and substance-free first-episode psychosis (sfFEP). METHODS: The present study included 32 patients with siFEP, 48 patients with sfFEP, and 80 healthy controls. For the comparison of inflammatory WBC parameters between the three groups, age and sex were considered as covariates when MANCOVA was applied; further, LSD post hoc test was performed. The relationship between clinical variables and inflammatory WBC parameters was analyzed using Pearson’s correlation analysis. RESULTS: Monocyte levels were higher in patients with siFEP than in those with sfFEP and healthy controls, and platelet-to-lymphocyte ratio values were lower in patients with siFEP than in healthy controls. Furthermore, a moderately significant relationship between duration of illness and monocyte levels was found in the siFEP group. DISCUSSION AND CONCLUSION: The fact that inflammatory WBC parameters differ among the siFEP, sfFEP, and healthy control groups suggests that inflammatory processes contribute to psychotic disorder. However, the data from the present study are still insufficient to support the use of these parameters in clinical practice. |
5. | Does the coexistence of attention deficit hyperactivity disorder and sluggish cognitive tempo affect the treatment response in children? Çiğdem Yektaş, Ali Evren Tufan, Elif Sümeyra Kaplan Karakaya, Merve Yazıcı, Enes Sarıgedik doi: 10.5505/kpd.2023.23500 Pages 177 - 185 GİRİŞ ve AMAÇ: Yavaş bilişsel tempo ve dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda tedavi yanıtını değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Yavaş bilişsel tempo semptomlarını tanımlamak için Çocuk Davranış Kontrol Listesi ve Barkley Çocuk Dikkat Ölçeği kullanıldı. Ebeveynler ve öğretmenler Yıkıcı Davranış Bozuklukları için Turgay DSM-IV Temelli Tarama Ölçeği'ni doldurdular, şiddet ve iyileşme Klinik Global İzlenim Ölçeği (CGI) - Şiddet ve CGI- İyileşme ile değerlendirildi. Metilfenidat yanıtları hasta çizelgeleri ile retrospektif olarak değerlendirildi. BULGULAR: Yavaş bilişsel tempo ve dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu birlikteliği olan grubunun dikkat eksikliği skorları ebeveynler tarafından daha yüksek bildirilirken, DEHB’si olan grupta öğretmenler tarafından bildirilen hiperaktivite/dürtüsellik skorları daha yüksek saptanmıştır (sırasıyla; p<0,01; p<0,01). Semptom azalması, DEHB grubunda öğretmen tarafından derecelendirilen hiperaktivite/dürtüsellik için önemli ölçüde daha fazlaydı ve Yavaş Bilişsel Tempo ve Dikkat Eksikliği/Hiperaktivite Bozukluğu olan çocuklar, tedaviden sonra ebeveynleri tarafından yine de daha fazla dikkat eksikliği olarak derecelendirildi. Yavaş bilişsel tempo ve dikkat eksikliği/hiperaktivite grubunda tedavi yanıtının tek belirleyicisi tedavi süresiydi (p=0,012). TARTIŞMA ve SONUÇ: Yavaş bilişsel tempo ve dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu birlikteliğinde daha uzun tedavi süresi daha etkili görünmektedir. INTRODUCTION: We aimed to evaluate treatment response in children with sluggish cognitive tempo and attention deficit/ hyperactivity disorder. METHODS: Child Behavior Checklist and Barkley Child Attention Scale were used to define SCT symptoms. Parents and teachers completed Turgay DSM-IV-Based Screening Scale for Disruptive Behavior disorders, severity and improvement were evaluated via Clinical Global Impressions Scale- Severity and CGI- Improvement. Methylphenidate responses were evaluated retrospectively by patient charts. RESULTS: SCT + ADHD group was rated as more inattentive by their parents while teachers rated children with ADHD as more hyperactive/ impulsive (p<0,01; p<0,01, respectively). Symptom reduction was significantly greater for teacher rated hyperactivity/ impulsivity in the ADHD group and children with SCT+ ADHD were still rated as more inattentive by their parents after treatment. The sole predictor of treatment response in the SCT+ ADHD group was treatment duration (p=0.012). DISCUSSION AND CONCLUSION: Longer treatment duration seemed to be more effective in the SCT group. |
6. | The effects of COVID-19 pandemic and lockdown on internet, smartphone use and emotional-behavioral problems in adolescents: A longitudinal study Damla Eyüboğlu, Murat Eyüboğlu, Deniz Bayar, Özge Tekeli, Deniz Namıduru, Nazlı Ece Ünal, Büşra Ece Yavuz doi: 10.5505/kpd.2023.46144 Pages 186 - 192 GİRİŞ ve AMAÇ: Zorunlu sosyal izolasyona ve akıllı telefon, tablet ve bilgisayarla daha fazla vakit geçirmeye yol açan pandemi ve alınan tedbirler, gençleri duygusal ve davranışsal olarak olumsuz etkilediği görülmektedir. Bu çalışmada pandemi döneminde ergenlerin duygusal/davranışsal sorunlarını ve internet/akıllı telefon kullanım özelliklerini araştırmayı ve bulguları pandemi öncesi özelliklerle karşılaştırmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmanın örneklemi 57 ergenden (27 erkek, 30 kadın) oluşmuştur. Veriler iki zaman aralığında toplandı: COVID-19 pandemisinden önce [T1] ve COVID-19 pandemisi sırasında [T2]. Tüm katılımcılar Güçler ve Güçlükler Anketi (SDQ), Young İnternet Bağımlılık Testi (YİBT), Akıllı Telefon Bağımlılığı Ölçeği-Kısa Versiyonunu (ATBÖ-KV) doldurdu. BULGULAR: Sonuçlar, hem internet hem de akıllı telefon kullanım süresinin T2'de önemli ölçüde arttığını gösterdi (p< 0.001). SDQ ile ilgili olarak, duygusal semptomlar, hiperaktivite sorunları, prososyal davranış alt ölçekleri ve toplam zorluk skorları, T2'de T1'den önemli ölçüde daha kötüydü (p< 0.05). Ayrıca, YİBT ve ATBÖ-KV puanları ile SDQ davranış sorunları, hiperaktivite-dikkatsizlik alt puanları ve toplam zorluk puanları arasında anlamlı korelasyonlar bulundu (p<0.001). Son olarak, regresyon analizine göre hiperaktivite dikkatsizlik sorunları problemli internet kullanım riskini arttırmaktadır (P < 0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Covid-19 salgını sürecinde ergenlerde internet ve akıllı telefon kullanımının arttığını ve duygusal ve davranışsal sorunlarla ilişkisini objektif olarak gözlemledik. Bu nedenle henüz süresi belli olmayan pandeminin uzun vadeli etkilerine yönelik sağlık politikaları geliştirilirken bu sonuçlar dikkatle akılda tutulmalıdır. INTRODUCTION: Young people had adverse emotional and behavioral effects due to the pandemic and restricted measures, which caused social isolation, spending more time online with smartphones, tablets, and computers. We aimed to investigate adolescents' emotional/behavioral problems and internet/smartphone usage features during this pandemic and to compare the findings with the pre-pandemic features. METHODS: The sample consisted of 57 adolescents (27 males, 30 females). Data were collected at two-time intervals: before the COVID-19 pandemic [T1] and during the COVID-19 pandemic [T2]. All participants fulfilled the Strengths and Difficulties Questionnaire (SDQ), The Young’s Internet Addiction Test (IAT), Smartphone Addiction Scale-Short Version (SAS-SV). RESULTS: The results indicated that both internet and smartphone use duration significantly increased at T2(P < 0.001). With regards to SDQ, emotional symptoms, hyperactivity problems, prosocial behaviors, and total difficulties subscales were significantly worse at T2 than T1 (P < 0.05). Additionally, significant correlations were found between IAT and SAS scores and SDQ behavioral problems, hyperactivity-inattention subscores, and total difficulties scores (P<0.001). Finally, according to regression analysis hyperactivity-inattention problems increased the risk of problematic internet use (P < 0.05). DISCUSSION AND CONCLUSION: We objectively observed internet and smartphone use increase and relations with emotional and behavioral problems among adolescents during the outbreak of Covid-19. Therefore, these results should be carefully kept in mind while developing health policies for the long-term effects of the pandemic, whose duration is not yet known. |
7. | The effect of Sars-CoV2 pandemic on consultations of a child and adolescent emergency psychiatry clinic Binay Kayan Ocakoglu, Mehmet Can Erata, Gökce Elif Alkaş, Ayşegül Tonyalı, Gül Karaçetin doi: 10.5505/kpd.2023.99075 Pages 193 - 200 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamız, pandeminin acil servise başvuran hastalara etkisini ve COVID-19 pandemisinin üç yıl boyunca hastaların tanı / başlıca şikâyet durumlarında herhangi bir değişikliğe yol açıp açmadığını araştırmayı amaçlamaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmamız retrospektif bir çalışmadır. Çalışma popülasyonu, 2019, 2020 ve 2021 Mart-Mayıs ayları arasında çocuk psikiyatrisi acil servisimize başvuran hastalar olarak tanımlanmıştır. BULGULAR: 2020 yılı pandemi döneminde COVID-19 ile ilgili önlemlerin uygulanmasıyla çocuk ergen acil psikiyatri servisine başvuran hasta sayısı %49,5 oranında azaldı. 2021 yılının ilgili döneminden itibaren acil servise başvuran toplam hasta sayısı 2020 ve hatta 2019 yılının aynı dönemine göre daha yüksek seviyelere çıkmıştır. 2020 ve 2021 yıllarında 2019 yılına kıyasla, yataklı servise yatırılan hasta sayısında azalma %26,1 azalma olmuştur. Ayrıca pandemi döneminde hastalarda, otizm spektrum bozukluğu, zekâ geriliği, depresyon, travma ve buna bağlı anksiyete bozuklukları ve obsesif-kompulsif bozukluk tanılarının oranının arttığını saptadık. TARTIŞMA ve SONUÇ: İlk pandemi kısıtlamalarının ardından acil servise yapılan başvurulardaki ani düşüş, insanların başlangıçta hastanelere karşı daha çekingen davranmasını yansıtıyor olabilir. Ancak bir yıl sonra, pandeminin orta döneminde, acil servise yapılan başvuru sayısındaki artış, insanların pandemiye alışması veya akut psikiyatrik bakım ihtiyacının daha fazla ertelenememesi olabilir. Yataklı psikiyatri ünitesine yatışların azalması, kısıtlamalar nedeniyle toplam yatak sayısının azalması; yani COVID-19 ile ilgili önlemlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olabilir. INTRODUCTION: Our study aims to investigate how the pandemic has affected the emergency department (ED) visits and to assess whether COVID-19 pandemic changed the presentations of diagnoses /chief complaints of the patients across three years. METHODS: This is a retrospective study. The study population was described as all patients who applied to our Pediatric Psychiatry ED from March to May of 2019, 2020 and 2021. RESULTS: The overall number of child and adolescent psychiatric emergency department visits declined by 49.5% in 2020 during pandemic period with implementation of COVID-19 related measures. From the corresponding period of 2021, the total number of ED visits have increased to a higher level than the same period of 2020 and even 2019. In 2020 and 2021, compared to 2019 (26.1%); there was a decrease of patients being admitted to the inpatient unit. We also found that the ratio of patients who were diagnosed with autism spectrum, mental retardation, depression, trauma and related, anxiety and obsessive-compulsive disorders got increased. DISCUSSION AND CONCLUSION: The immediate drop in visits to ED after the first pandemic restrictions may reflect people being more hesitant to hospitals at the beginning. But one year later, in the mid-pandemic period, the rise in visits to ED could have been because people got used to the pandemic or the need for acute psychiatric care cannot further be postponed. The decrease of admissions to the inpatient psychiatric unit may be a result of COVID-19 related measures as total number of beds got reduced due to restrictions. |
8. | Resilience, depression and burnout levels in caregivers of patients followed in the forensic psychiatry service Sevler Yıldız, Aslı Kazğan Kılıçaslan, Burcu Sırlıer Emir, Osman Kurt, Kerim Uğur doi: 10.5505/kpd.2023.67434 Pages 201 - 208 GİRİŞ ve AMAÇ: Psikiyatrik hastalıkların hasta yakınlarının da yaşam kalitesini etkilediği bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı psikiyatrik hastalığa ek olarak suç işlemiş olan adli psikiyatri hasta yakınlarının yaşayabileceği ruhsal sorunları tanımak amacıyla adli psikiyatri hastalarının bakım verenlerinin psikolojik dayanıklılık, depresyon ve tükenmişlik seviyesinin incelenmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 90 yüksek güvenlikli adli psikiyatri (YGAP) hasta yakını dahil edildi. Tüm katılımcılara sosyodemografik veri formu, Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Yetişkinler için Psikolojik Dayanıklılık Ölçeği (YPDÖ) ve Maslach Tükenmişlik Ölçeği (MTÖ) uygulandı. BULGULAR: Bakım verenlerin BDÖ puanı 10,8±7,7, YPDÖ-total 99,8±12,5, MTÖ alt ölçeklerinden duygusal tükenmişlik puanı 22,5±3,4, duyarsızlaşma puanı 9,4±2,2, kişisel başarı puanı ise 16,8±5,4 olarak saptanmıştır. Bakım verenlerin bakım verme süresi ile BDÖ puanı arasında anlamlı ilişki görülmüştür (p<0,01). Ceza sorumluluğu olan hastaların bakım verenlerinin BDÖ puanı ceza sorumluluğu olmayanların bakım verenlerinin puanından yüksek olarak bulunmuştur (p< 0,01). TARTIŞMA ve SONUÇ: Adli psikiyatrik incelemeye tabi tutulmuş psikiyatri hastalarının bakımı ile ilgilenen kişilerde psikolojik dayanıklılık düzeyinin iyi olduğu bununla birlikte hafif düzeyde depresyon ve orta düzeyde tükenmişliğe sahip oldukları görüldü. Hasta yakınlarının ruhsal açıdan etkilenmiş olduğu ve gerekli psikososyal desteğin bakım veren kişiler için olumlu olabileceği görülmektedir. INTRODUCTION: It is known that psychiatric diseases also affect the quality of life of patients' relatives. The aim of this study is to examine the level of resilience, depression and burnout of the caregivers of forensic psychiatry patients in order to recognize the mental problems that may be experienced by relatives of forensic psychiatry patients who have committed crimes in addition to psychiatric illness. METHODS: 90 high-security forensic psychiatry patient relatives were included in the study. Sociodemographic data form, Beck Depression Inventory (BDI), Adult Resilience Scale (RSA) and Maslach Burnout Inventory (MBI) were administered to all participants. RESULTS: BDI score of caregivers was 10.8±7.7, RSA-total 99.8±12.5, emotional burnout score from MBI subscales 22.5±3.4, depersonalization score 9.4±2.2, personal success score was determined as 16.8±5.4. There was a significant difference between the duration of caregiving in terms of BDI score (p<0.01). The BDI score of the caregivers of the patients with criminal liability was found to be significantly higher than the score of the caregivers of the patients without criminal liability (p< 0.01). DISCUSSION AND CONCLUSION: : It was observed that the level of psychological resilience was good in people who took care of psychiatric patients who were subjected to forensic psychiatric examination, but they had mild depression and moderate burnout. It is seen that the relatives of the patients are affected psychologically and the necessary psychosocial support can be positive for the caregivers. |
9. | Investigation of adolescents diagnosed with exogenous obesity in terms of Internet, smartphone usage characteristics and psychopathologies Gülnur Baş, Ömer Kardaş, Burcu Kardaş, Edip Ünal doi: 10.5505/kpd.2023.64872 Pages 209 - 218 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, ekzojen obezite tanılı ergenlerde komorbid psikopatolojilerin, internet/akıllı telefon bağımlılığının ve kullanım özelliklerinin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya ekzojen obezite tanısı almış 12-18 yaş aralığında olan 48 obez olgu ile, obezitesi olmayan, sağlıklı 49 ergen alınmıştır. Komorbid psikopatolojiler “Okul Çağı Çocukları için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli (K-SADS)” ile taranmıştır. Hasta ve kontrol grubuna Young İnternet Bağımlılığı Ölçeği (YİBÖ), Akıllı Telefon Bağımlılığı Ölçeği-Kısa Form (ATB-KF), Bağımlılık Profil İndeksi-İnternet Formu (BAPİNT); ebeveynlerine Atilla Turgay Çocuk ve Ergenlerde Davranım Bozuklukları için DSM IV’e Dayalı Tarama ve Değerlendirme Ölçeği uygulanmıştır. BULGULAR: Çalışmamızın sonucunda; vaka grubunda ailede ruhsal hastalık ve obezite varlığı, internet ve akıllı telefon kullanım süreleri, ekran karşısında atıştırma ve sanal oyunlarda vakit geçirme anlamlı düzeyde fazla bulunmuştur (p<0,05). Ölçekler açısından bakıldığında YİBÖ, ATBÖ, BAPİNT ve Atilla Turgay Ölçeği puanları vaka grubunda anlamlı olarak daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,05). K-SADS sonucunda ekzojen obezitesi mevcut ergenlerin kontrol grubu ile karşılaştırıldığında daha fazla psikiyatrik tanı aldığı görülmüştür. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız obezitenin biyolojik yönünün yanı sıra yüksek oranda ruhsal sorunlarla da seyrettiğini göstermektedir. Obezite tedavisinin zorluğu, komplikasyonlarının fazlalığı düşünüldüğünde pediatrik obezitenin önlenmesi ve tedavisi amacıyla biyopsikososyal müdaheleler ve ruh sağlığı çalışanlarının dahil olduğu multidisipliner yaklaşımlar önem arz etmektedir. INTRODUCTION: In this study, it was aimed to investigate comorbid psychopathologies, internet/smartphone addiction and usage characteristics in adolescents diagnosed with exogenous obesity. METHODS: 48 obese subjects aged 12-18 years, diagnosed with exogenous obesity, and 49 healthy adolescents without obesity were included in the study. Comorbid psychopathologies were screened with the “Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia for School-Age Children-Present and Lifetime Version (K-SADS)”. Young Internet Addiction Scale (YIAS), Smartphone Addiction Scale-Short Form (SAS-SF), Addiction Profile Index-Internet Form (BAPINT) were administered to the patient and control groups; Atilla Turgay DSM-IV-Based Screening and Evaluation Scale for Conduct Disorders in Children and Adolescents was applied to their parents. RESULTS: As a result of our study; In the case group, the presence of mental illness and obesity in the family, the duration of internet and smart phone use, snacking in front of the screen and spending time in virtual games were found to be significantly higher (p<0.05). In terms of the scales, it was determined that the YİBÖ, ATBÖ, BAPİNT and Atilla Turgay Scale scores were significantly higher in the case group (p<0.05). As a result of K-SADS, it was seen that adolescents with exogenous obesity had more psychiatric diagnoses when compared to the control group. DISCUSSION AND CONCLUSION: Our study shows that besides the biological aspect of obesity, it also progresses with a high rate of mental problems. Considering the difficulty of obesity treatment and the excess of complications, biopsychosocial interventions and multidisciplinary approaches including mental health professionals are important for the prevention and treatment of pediatric obesity. |
REVIEW | |
10. | A current overview of palliative care: Palliative psychiatry Emel Erdeniz Güreş, Azize Atlı Özbaş doi: 10.5505/kpd.2023.60252 Pages 219 - 226 Palyatif psikiyatri, yaşamı tehdit eden ciddi ruhsal hastalıklar ile ilişkili fiziksel, zihinsel, sosyal ve ruhsal sorunlarla karşılaşıldığında, zamanında değerlendirme ve tedavi yoluyla acıların önlenmesine ve/veya hafifletilmesine çalışarak, hastaların ve ailelerinin yaşam kalitesini iyileştirmeyi hedefleyen bir yaklaşımdır. Ciddi ruhsal hastalığı olan bireylerin sağlık hizmetine erişimde dezavantajlı bir grup olmaları, genel nüfusla karşılaştırıldıklarında tedavi edilmesi güç fiziksel hastalıkların oranının bu popülasyonda oldukça yüksek olması ve fiziksel hastalıklarının daha geç teşhis edilip tedaviye uyumlarının daha zor olması bu özel grubun düşük yaşam kalitesi ile yaşamlarını sürdürmesi ve 15-20 yıl daha erken yaşta ölümü ile sonuçlanmaktadır. Bu durum ve ciddi ruhsal hastalıkların hem aile hem de topluma yükü göz önünde bulundurulduğunda, palyatif bakımına duyulan ihtiyaç açıkça görülmektedir. Ancak, psikiyatrik hastalığı olan bireylerin palyatif bakım ihtiyacı arka planda kalmış, ciddi ruhsal hastalığı olan bireylerin palyatif bakım ihtiyacının tartışma konusu olması yirmi birinci yüzyılın başlarında mümkün olabilmiştir. Bu çalışma ciddi ruhsal hastalığı olan bireylerin ülkemizdeki ve dünyadaki palyatif bakım hizmetlerinden yararlanma noktasında nerede olduğumuz konusunda farkındalık kazandırmak, hasta savunuculuğu rolü ön planda olan psikiyatri hemşirelerinin psikiyatrik palyatif bakımdaki rolüne dikkat çekmek amacıyla yazılmıştır. Psikiyatri hemşireleri, psikiyatrik palyatif bakım alanı ile ülkemizde ciddi bir boşluk olduğunun fark etmeli ve bu alanda çalışmalara ağırlık vermelidir. Palliative psychiatry is an approach that aims to improve the quality of life of patients and their families by trying to prevent or alleviate suffering through timely evaluation and treatment when faced with physical, mental, social, and spiritual problems associated with serious life-threatening mental illnesses. The fact that individuals with serious mental illness are a disadvantaged group in accessing health services, the rate of physical diseases that are difficult to treat compared to the general population is quite high in this population, their physical diseases are diagnosed later and their compliance with treatment is more difficult, this special group continues to live with a low quality of life and it results in death at an earlier age of 15-20 years. Therefore, considering the burden of serious mental illness on both the family and society, it is clear that palliative care is needed. However, the need for palliative care for individuals with psychiatric illnesses remained in the background, and discussion of the need for palliative care became possible at the beginning of the 21. century. This study was written to raise awareness about where we are in benefiting from palliative care services in our country and in the world and to draw attention to the role of psychiatric nurses, whose role in patient advocacy is at the forefront, in psychiatric palliative care. Psychiatric nurses should realize that there is a serious gap in the field of psychiatric palliative care in our country and should focus on studies in this field. |
CASE REPORT | |
11. | A psychogenic dysphonia treated with sertraline: A case report Doğancan Sönmez, Çiçek Hocaoğlu doi: 10.5505/kpd.2023.61482 Pages 227 - 231 Psikojenik disfoni (PD), yapısal olarak normal olan ses tellerinin uygun seslendirme işlevlerini yerine getirememesi durumudur. Yani normal ses organının uygunsuz veya yanlış kullanılması olarak tanımlanabilir. Psikojenik disfonilerin oluşumunda duygusal stresin rolü önemlidir. Teşhisi ve tedavisi zor olan konversif bir klinik durumdur. Literatürde psikojenik disfoni hastalarının tanı, değerlendirme ve tedavi yaklaşımları ile ilgili çeşitli çalışmalar bulunmaktadır. Psikojenik disfoni semptomları ve psikolojik faktörler karşılıklı olarak birbirini etkilediğinden, ses terapisi ve psikoterapi kombinasyonu sıklıkla birlikte kullanılır. Tedavide farmakoterapi ile ilgili sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu olgu sunumunda sertralin tedavisine dramatik şekilde yanıt veren bir erkek psikojenik disfoni olgusunun literatür ışığında tartışılması amaçlanmıştır. Psychogenic dysphonia (PD) is the inability of the structurally normal vocal cords to perform their proper vocalization function. In other words, it can be defined as the inappropriate or incorrect use of the normal vocal organ. The role of emotional stress is important in the formation of psychogenic dysphonias. It is a transformative clinical condition that is difficult to diagnose and treat. There are various studies in the literature regarding the diagnosis, evaluation and treatment approaches of patients with psychogenic dysphonia. The combination of sound therapy and psychotherapy is often used together, as psychogenic dysphonia symptoms and psychological factors mutually influence each other. There are limited studies on pharmacotherapy in treatment. In this case report, it is aimed to discuss a male psychogenic dysphonia case who responded dramatically to sertraline treatment in the light of the literature. |