ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
KLİNİK PSİKİYATRİ DERGİSİ - Turkish J Clin Psy: 26 (1)
Cilt: 26  Sayı: 1 - 2023
EDITÖRDEN
1. 
Afetler, Psikiyatri ve Ruh Sağlığı
Disasters, Psychiatry and Mental Health
Mehmet Hamid Boztas, Ejder Akgun Yildirim
doi: 10.5505/kpd.2023.40374  Sayfalar 5 - 8
Makale Özeti |İngilizce PDF

ARAŞTIRMA MAKALESI
2. 
Kronobiyolojik tercih, obsesif-kompulsif bozuklukların klinik görünümünü etkiler mi?
Does chronobiological preference affect the clinical appearance of obsessive-compulsive disorders?
Ayşe Sakallı Kani, Uzay Dural, Volkan Topçuoğlu, Kemal Sayar
doi: 10.5505/kpd.2023.05826  Sayfalar 9 - 18
GİRİŞ ve AMAÇ: Obsesif kompulsif bozukluğun psikopatolojisinde sirkadiyen ritim anormalliklerinin rol oynadığını destekleyen kanıtlar giderek artmaktadır. Ancak kişilerin kronotip farklılıklarının bu bozukluğun klinik özelliklerini nasıl etkilediği henüz bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı, obsesif kompulsif bozukluk tanısı olan bireylerdeki kronotip farklılıklarının obsesif kompulsif bozukluk semptomatolojisi, hastalığın ortaya çıkış yaşı, klinik seyri ve eşlik eden komorbid durumları etkileyip etkilemediğini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada obsesif kompulsif bozukluk tanısı ile tedavi gören yaş ortalaması 32,53 olan 76 katılımcı değerlendirilmiştir. Katılımcılara sosyodemografik ve klinik veri formu, Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği, Sabahlılık ve Akşamlılık Ölçeği, Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği ve Hamilton Anksiyete Ölçeği uygulanmıştır.
BULGULAR: Katılımcıların %65,8'i (n=50) kadınlardan oluşmaktadır. Ortalama başlangıç yaşı 18.74 ± 9.36 yıldır. Hastaların çoğu reaktif tiptir (n= 47, %61,8). En sık obsesyon tipi kontaminasyon (n=53, %69,74), en yaygın kompulsiyon tipi temizlik/yıkama (n=52, %68,42) olarak saptanmıştır. Sabahlılık ve akşamlılık ölçeği puanları ile obsesyon ve kompulsiyon tipleri arasında anlamlı bir korelasyon yoktur. Sabahlılık ve akşamlılık ölçeği puanları ile OKB başlangıç yaşı arasında herhangi anlamlı bir korelasyon saptanmamıştır. Hastaların OKB tipi ve eşlik eden klinik tanıların varlığına göre sabahlılık ve akşamlılık ölçeği skorları arasında anlamlı bir farklılık yoktur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Obsesif kompulsif bozukluk tanısı olan bireylerde, sabahlılık ve akşamlılık kronotip eğilimlerinin hastalığın klinik görünümü üzerinde anlamlı bir etkisi olmadığı gözlenmiştir.

3. 
Madde kullanım bozukluğunun sonuçları şizofreniden daha şiddetli olabilir mi ?: Annelere ve hastalara olan etkileri
Are the consequences of substance use disorder more severe than schizophrenia?: Effects on the mothers and the patients
Meltem Saraçoğlu, Demet Atlam, Betül Akyel Göven, Zeki Yüncü
doi: 10.5505/kpd.2023.57873  Sayfalar 19 - 27
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, ruhsal bozukluğun, şizofreni olan hastalar ile madde kullanım bozukluğu olan hastalar ve anneleri üzerindeki etkilerini incelemektir. Ayrıca hastaların içselleştirilmiş damgalanma düzeylerinin, annelerinin hastalığa ilişkin inançlarının, annelerin ruhsal durumlarının umutsuzluk, depresyon, tükenmişlik düzeyleri açısından değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Madde kullanım bozukluğu (n=30), şizofreni (n=30) ve kontrol (n=30) gruplarından oluşan katılımcılar ile anneleri (n=90) çalışmaya dahil edildi. Pearson ki-kare, t testi, ANOVA, Dunnet's C post hoc ve Scheffe post hoc testleri, etki büyüklüğü testi eta kare (η2) ve Pearson korelasyon testleri kullanıldı.
BULGULAR: Hastaların içselleştirilmiş damgalanmaları, kontrolden farklı, hasta grubunda benzerdi. Madde kullanım bozukluğu olan hastaların annelerinin depresyon ve tükenmişlik düzeyleri diğer gruplara göre daha yüksekti. Annelerin depresyon düzeyleri anlamlı derecede farklıydı ve etkisi büyüktü. Madde kullanım bozukluğu hastalarının annelerinde umutsuzluk, kontrolün annelerine göre yüksekti. Bu grubun annelerinde depresyon, umutsuzluk ve tükenmişlikleri ile hastalığa olumsuz bakış açıları arasında ilişki bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ruhsal hastalığın varlığının hastanın kendini damgalamasında ve annelerinde depresyon, tükenmişlik ve umutsuzluk üzerinde büyük etkisi olduğu görülmektedir. Madde kullanım bozukluğunun anneler üzerindeki etkileri daha şiddetlidir. Annelerin ruhsal durum, ruhsal hastalığa bakış açılarını da etkilemektedir.

4. 
Şizofrenide bilişsel bozulma taraması: Kısa Kognitif Muayene ve Montreal Bilişsel Değerlendirme Ölçeğinin karşılaştırılması
Screening for cognitive impairment in schizophrenia: A comparison between the Mini-Mental State Examination and the Montreal Cognitive Assessment Test
Selma Ercan Doğu, Ahmet Kokurcan
doi: 10.5505/kpd.2023.67760  Sayfalar 28 - 36
GİRİŞ ve AMAÇ: Bilişsel bozulma, şizofrenide sosyal ve mesleki işlevselliği etkileyen temel bir özelliktir. Bu çalışmanın amacı, şizofreni tanısı olan bireylerde bilişsel bozulma taramasında Kısa Kognitif Muayene (KKM) ile Montreal Bilişsel Değerlendirme Ölçeği’ni (MOBID) karşılaştırmak ve nörobilişsel işlevler ile klinik belirtiler arasındaki ilişkiyi incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Ankara Dışkapı Toplum Ruh Sağlığı Merkezinde takip edilen 135 şizofreni tanısı olan birey dahil edildi. Sosyodemografik Veri Formu, Kısa Psikiyatrik Derecelendirme Ölçeği (KPDÖ), Pozitif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (SAPS), Negatif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (SANS), KKM ve MOBID uygulandı.
BULGULAR: Ortalama KKM puanı 25.64 ± 2.72 ve ortalama MOBID puanı 17.91 ± 3.83 idi. KKM ve MOBID skorları arasında yüksek pozitif korelasyon vardı (r=0,667). KKM ve MOBID testleri, bilişsel işlevlerin değerlendirilmesinde önemli bir farklılık gösterdi ve MOBID’in bilişsel bozulmayı belirlemede KKM'den daha duyarlı olduğu bulundu. Ayrıca, KKM ve MOBID puanları, BPRS, SANS ve SAPS puanları ile negatif korelasyon göstermiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu bulgular, MOBID’in şizofreni tanısı olan bireylerde bilişsel bozulma için daha yararlı bir tarama testi olarak kullanılabileceğini göstermektedir.

5. 
Pediatrik Çölyak hastalığı zemininde plazma düşük dereceli inflamatuvar belirteçlerle depresyonun öngörülebilirliği
Predictability of depression by plasma low-grade inflammatory markers in the background of Pediatric Celiac disease
Ayşegül Efe, Ayşegül Tok
doi: 10.5505/kpd.2023.23471  Sayfalar 37 - 46
GİRİŞ ve AMAÇ: Kronik inflamasyonla seyreden tıbbi durumlara ikincil depresyonda, tam kan sayımına dayalı düşük-dereceli periferik inflamatuvar belirteçlerin tanısal öngörü niteliğine yönelik öncül hipotezleri inceleyen çalışmalarda çelişen bulgular saptanmıştır. Bu doğrultuda, düşük dereceli inflamatuvar belirteçlerin depresyon ve glütenden-kısıtlı diyetle olan ilişkisini çölyak hastalığı zemininde değerlendirerek belirteçlerin öngörülebilirliğinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Biyopsi ile kanıtlanmış Çölyak hastalığı tanılı 59 çocuk ve genç, önceki çalışmaların odaklandığı düşük dereceli inflamatuvar indekslerin yanı sıra global işlevsellik düzeyleri, depresyon ve anksiyete semptomları açısından yaş ve cinsiyet bakımından eşleştirilmiş 40 kontrolle vaka-kontrol deseninde alt-grup analizleri ile karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Çölyak grubunda depresyon prevalansı %34’idi. Depresyon veya çölyak hastalığıyla ilgili daha önceki çalışmalarda odaklanılan düşük dereceli inflamatuvar belirteçlerin hiçbirisinin çölyak varlığı ve/veya depresyon komorbiditesi veya glütensiz diyet uyumu açısından değişkenlik göstermediği bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çölyak hastalığı ile depresyonun yaygın komorbiditesi üzerinde inflamasyonun rolüne ilişkin güçlü kanıtlar bulunmasına rağmen, inflamasyonun depresyon-çölyak ilişkisi üzerindeki etkisi, önceki çalışmalarda düşük kanıt düzeyi ve çelişkili bulgulara rağmen sistemik inflamasyonun iyi göstergeleri olarak önerilen bu belirteçler üzerinden güncel bulgularla gösterilememiştir. Bahsi geçen belirteçlerin metabolik hastalıkların psikopatolojik sonuçlarını öngörme potansiyellerine yönelik düşük kanıt düzeyine işaret eden bulgular desteklenmiştir. Düşük dereceli inflamatuvar indekslerin kronik inflamatuvar koşullara dayalı psikiyatrik ve metabolik sonuçları öngörülebilirliğine yönelik daha fazla araştırma gerektiği görülmüştür.

6. 
COVID-19 pandemisi sırasında yakın partner şiddeti: Çevrim içi bir araştırma
Intimate partner violence during the COVID-19 pandemic: An online survey
Ekin Sönmez Güngör, İmran Gökçen Yılmaz Karaman, Burcu Rahşan Erim, Hasibe Rengin Güvenç, Ceylan Ergül, Kerem Laçiner, Gamze Akçay Oruç, Fatmagül Dikyar Altun, Arzu Erkan, Gamze Erzin, Ebru Toprak, Yıldız Akvardar
doi: 10.5505/kpd.2023.85126  Sayfalar 47 - 59
GİRİŞ ve AMAÇ: Kadınlara yönelik yakın partner şiddeti (YPŞ), bir insan hakları ihlali ve bir halk sağlığı sorunudur. YPŞ insidansı, salgın hastalıklar gibi toplumsal olaylarda artmaktadır. Bu çalışmanın amaçları, Türkiye'de COVID-19 pandemisi sırasında kadınlara yönelik YPŞ'nin niteliğini ve boyutlarını değerlendirmek; YPŞ ile ilişkili etkenleri ve ruh sağlığı açısından sonuçlarını belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesitsel, tanımlayıcı desende bir araştırma planlanmıştır. Kadınlara yönelik YPŞ'yi değerlendirmek için Dünya Sağlık Örgütü'nin epidemiyolojik çalışmalara ilişkin rehberlerine dayanarak hazırlanan, çevrimiçi öz bildirime dayanan bir anket 09.01.2021 ve 09.02.2021 tarihleri arasında uygulanmıştır. Ankette sosyodemografik özellikler, ilişki geçmişi, şiddet türleri ve ruhsal iyilik halini kapsayan 69 soru bulunmaktadır. Çalışmaya dahil edilme kriterleri, 18 yaşından büyük olmak ve pandemi sırasında bir eş/partner sahibi olmak olarak belirlenmiş, katılım gönüllülük esasına dayandırılmıştır. Analize dahil edilen katılımcı sayısı 1372'dir.
BULGULAR: Katılımcıların yaklaşık üçte biri (%30,7) pandemi öncesinde herhangi bir tür YPŞ'ye maruz kaldığını belirtti. Bu oranda önlemler nedeniyle kadınların partnerleri ile daha fazla zaman geçirmeleri beklenen pandemi sırasında anlamlı bir değişiklik olmamıştır; ancak üniversite mezunu, şehirde yaşayan 61 (%4.4) kadının ilk kez pandemi döneminde YPŞ’ye maruz kaldığı görülmüştür. Bunların %31,2'si dijital şiddet olgularıdır. En sık YPŞ türü duygusal şiddet olarak bildirilmiştir. Düşük eğitim düzeyi, genç yaş ve partnerin alkol/madde kullanımı YPŞ ile ilişkili bulunmuştur. YPŞ'nin, düşük ruhsal iyilik hali skoru ile ilişkili olduğu belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu araştırmada, karantina ve benzeri önlemler nedeniyle kadınların partnerleri daha fazla izole zaman geçirmeleri beklenen pandemi sırasında, YPŞ oranının pandemi öncesine göre değişkenlik göstermediği saptanmıştır. Bu sonucun diğer çalışmalardan elde edilen bulgularla karşılaştırılması gerekmektedir. YPŞ'yi önleme stratejileri, pandemi sırasında ve sonrasında kadınların ve toplumun ruh sağlığının korunması için büyük önem taşımaktadır.

7. 
Bipolar bozuklukta içselleştirilmiş damgalanma ile başa çıkma tutumları arasındaki ilişki
The relationship between internalized stigma and coping strategies in bipolar disorder
Zeynep Çalışkan İlter, Sıdıka Baziki Çetin, Evrim Özkorumak, Ahmet Tiryaki, Ismail Ak
doi: 10.5505/kpd.2023.93265  Sayfalar 60 - 68
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma ile bipolar bozukluk remisyon dönemindeki hastalarda içselleştirilmiş damgalanma ile başa çıkma tutumları arasındaki ilişkiyi ortaya koymak amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya psikiyatri polikliniğine ayaktan başvuran ve tedavisi devam etmekte olan, DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-I) uygulanarak DSM-IV’e göre bipolar affektif bozukluk tanısı alan, remisyon dönemindeki 77 hasta dahil edilmiştir. Ötimi ölçütleri Young Mani Derecelendirme Ölçeği ve Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği kullanılarak belirlenmiştir. Tüm hastalar Sosyodemografik Veri Formu, Ruhsal Hastalıklarda İçselleştirilmiş Damgalanma Ölçeği (RHİDÖ) ve Başa Çıkma Tutumlarını Değerlendirme Ölçeği (COPE) ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Kasaba/köyde yaşayan hastaların algılanan ayrımcılık alt ölçek puanları kentte yaşayanlara göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p=0,038). Toplam dönem sayısı (10.0±10.8), depresyon dönemi sayısı (3.7±4.8) ve psikotik özellikli depresyon öyküsü ile içselleştirilmiş damgalanma arasında pozitif yönde ilişki tespit edilmiştir. Başa çıkma tutumlarından aktif başa çıkma, plan yapma, yararlı sosyal destek kullanımı, pozitif yeniden yorumlama ve gelişme başa çıkma tutumlarını kullanan hastaların içselleştirilmiş damgalanma puanlarının daha az, direncin daha fazla olduğu, davranışsal olarak boş verme başa çıkma tutumunu kullanan hastaların içselleştirilmiş damgalanma puanlarının yüksek, dirençlerinin ise düşük olduğu belirlenmiştir.


TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonuçlarına göre işlevsel başa çıkma tutumlarından olan aktif başa çıkma, plan yapma, yararlı sosyal destek kullanımı, pozitif yeniden yorumlama ve gelişme başa çıkma tutumlarının desteklenmesi, uyumsuz başa çıkma tutumlarından davranışsal olarak boş verme tutumunun azaltılmasına yönelik girişimlerde bulunulması içselleştirilmiş damgalanmayı azaltmak için hedeflenebilir.

OLGU SUNUMU
8. 
Davranışsal belirtilerle başlayan yetişkin tip metakromatik distrofi olgusu
A case of adult-onset metachromatic leukodystrophy beginning with behavioral symtoms
Hazan Tunalı, Süheyla Ünal, Ceren Acar, Emel Sağlar Özer
doi: 10.5505/kpd.2023.43402  Sayfalar 69 - 75
Metakromatik lökodistrofi, sülfatidlerin birikmesiyle yaygın beyaz cevher hasarı oluşması üzerine hem bilişsel hem de motor fonksiyonların kaybı ile karakterize, büyük klinik değişkenliğe sahip, sinir sisteminin nadir görülen kalıtsal bir bozukluğudur. Metakromatik lökodistrofi genellikle çocukları etkilemekle birlikte son birkaç yılda literatürde birçok yetişkin lökodistrofi vakası bildirilmiştir. Yetişkin başlangıçlı genetik lökodistrofiler tipik olarak bilişsel bozulma, spastisite, apraksi, ataksi ve üst motor nöron belirtilerinin çeşitli kombinasyonlarını içeren ilerleyici bir sendromla kendini gösterir. Bu yazıda psikotik belirtiler ve davranış sorunları ile seyreden erişkin formu metakromatik lökodistrofinin psikotik tabloların ayırıcı tanısında düşünülmesi gerektiğine dikkat çekmek için bu olguyu sunmaya karar verdik. Daha önce herhangi bir psikiyatrik veya nörolojik sorunu olmayan erkek hastada, 48 yaşında konfüzyon ve dezorganize davranışlarla başlayan klinik tabloya kısa sürede anlamsız bağırmalar, evden kaçma, yerinde duramama gibi semptomlar ve görsel işitsel halüsinasyonlar eklendi. Hastada ayırıcı tanı için MR, plazma aril sülfataz A düzeyi (ARSA) ve gen analizi yapıldı. Hastanın bir yaşından önce ölen bir kardeşi ve otizm spektrum bozukluğu tanısı alan iki yeğeninin olduğu biliniyor. Hastada daha önce literatürde veya mutasyon veritabanlarında bildirilmeyen heterozigot c.1283C>A (p P428Q) mutasyonu saptandı. Bu mutasyona sahip ARSA geninin bulunduğu kromozomal bölge-22q13.33- aynı zamanda otizm için aday bir bölgedir. Bu açıdan bu mutasyonun dezorganize davranışsal problemlerle ilişkili olabileceği düşünülmüştür.

LookUs & Online Makale