ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | Doğal ve Cerrahi Menopozda Depresyon ve Anksiyete Düzeyleri ile Cinsel Doyum ¦ Arasındaki İlişki The Relationship Between Depression and Anxiety Levels and Sexual Satisfaction for Natural and Surgical Menopause Gülfizar Sözeri Varma, Nalan Kalkan Oğuzhanoğlu, Filiz Karadağ, Osman Özdel, Tarkan AmukSayfalar 109 - 115 Amaç: Bu çalışmada, doğal ve cerrahi menopozlu kadınların; depresyon ve anksiyete düzeyleri ile cinsel doyum açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğine başvuran 36 doğal, 35 cerrahi menopoz olmak üzere toplam 71 kadın çalışmaya alınmıştır. Doğal menopoz için en az bir yıldır adet görmeme, cerrahi menopoz için en az 3 ay önce bilateral ooferektomi yapılma koşulu aranmıştır. Değerlendirmede sosyodemografik veri formu, Hamilton Depresyon (HAM-D) ve Hamilton Anksiyete (HAM-A), Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği (GRCDÖ) kullanılmıştır. Bulgular: Her iki grupta hafif düzeyde depresyon (doğal ve cerrahi menopoz sırasıyla 7.91 5.83, 8.11 6.88) ve anksiyete (doğal ve cerrahi menopoz sırasıyla 14.93 10.36, 13.49 10.58) tespit edilmiştir. Doğal ve cerrahi menopoz grupları arasında depresyon, anksiyete düzeyleri ile cinsel doyum puanları açısından farklılık olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Korelasyon analizinde cerrahi menopoz grubunda cinsel doyumun depresyon ve anksiyete düzeylerinin olumsuz olarak etkilendiği belirlenmiştir (p<0.05). Sonuç: Hem doğal hem de cerrahi menopoz kadınlarda hafif şiddette depresyon ve anksiyete ile cinsel doyum sorunları ortaya çıkarmakta ve cerrahi menopozda cinsel doyum psikolojik değişkenlerden daha fazla etkilenmiştir. Sonuçlar, bu dönemin psikiyatrik değerlendirme gereğini düşündürmektedir. |
2. | Psikiyatri Servisinde Yatan Hastalar için Etkileşimsel Gözlem Ölçeği: Güvenirlik, ¦ Geçerlik ve Faktör Yapısını İnceleyen Bir Çalışma The Reliability, Validity and Factor Structure of Interactive Observation Scale of Psychiatric Inpatients Şenay Mısırlı, Emre Bora, Kadriye Gültekin, Sevinç Elçi, Gülden GülenSayfalar 117 - 122 Objective: The utilization of interactive observation scales can be beneficial for the psychiatric care by improving the quality of care and also by increasing the staff-patient interaction time in psychiatric inpatient settings. In this study, the interrater reliability and validity of Interactive Observation Scale of Psychiatric Inpatients was investigated. Method: Thirty-four psychiatric inpatient were observed by four teams of nursing staff. While one member of the team observed the patients daily, the other member assessed the patient two or three times a week. A total of 717 scales were obtained. The patients were evaluated by BPRS weekly by a psychiatry resident. The study sample consisted of 9 manic patients with bipolar disorder, 10 M. depression (or bipolar depression), 7 patients with schizophrenia and schizoaffective disorder and 8 patients with alcohol dependence. Results: The interclass correlation coefficient of the scale for the interrater reliability of the scale was 0.84. The correlation of the total score of the scale with BPRS was 0.55. The scale had predictive validity for the patients except for the patients with alcohol dependence (Cut off score=3, Sensitivity= % 73.7, Specificity= % 73.9). The positive predictive value of the scale was % 64.6 and the negative predictive value was % 80.8. The Turkish version of the scale consisted of there factors; Social interest, irritability/psychomotor agitation and psychotism. Conclussion: The Turkish form of the Interactive Observation Scale of Psychiatric Inpatients is a reliable scale to observe the treatment responses of affective and psychotic inpatients. |
DERLEME | |
3. | Depresyon Araştırmalarında Kullanılan Hayvan Modelleri Animal Models in Depression Research Koray Başar, Aygün ErtuğrulSayfalar 123 - 134 Depresyon patofizyolojisi ve antidepresanların etki mekanizmaları ile ilgili artan bilgi birikimine rağmen, hastalığın tedavisine yüksek oranda yanıt alınamaması ve yanıtın gecikmeyle görülmesi gibi klinik sorunlar nedeniyle, bu alanda yapılan preklinik çalışmalar önemini korumaktadır, insanda yürütülmesi güç olan birçok çalışmada kullanılan hayvan modelleri, yeni tedavi araçlarının saptanması ve sınanmasında da önemli bir yere sahiptir. Bu yazıda depresyonla ilgili çalışmalarda sık kullanılan hayvan modellerinin gözden geçirilmesi amaçlanmıştır. Depresyon modelleri, diğer psikiyatrik hastalıkların hayvan modellerinde olduğu gibi, geçerlikle ilgili önemli sorunlar içermektedir. Bu modellerin bir kısmı insanda görülen depresyon belirtilerini oluşturmayı hedeflemekte, bir kısmı ise yeni moleküllerin antidepre- san etkinliklerini değerlendirmede kullanılmaktadır. Kuyruktan asma testi, zorunlu yüzme testi, öğrenilmiş çaresizlik modelleri, psikostimulan yoksunluğu modellerinin yanısıra, depresyon etiyolojisinde rolü vurgulanan stresin etiyolojik etken olarak kullanıldığı, kronik hafif stres, sosyal stres gibi modeller de bu yazıda gözden geçirilmiştir. Sıklıkla kemirgen kullanılan bu modeller, genetik müdahalelerle ilgili teknolojinin de ilerlemesiyle birlikte depresyon ve tedavisiyle ilgili anlayışımıza önemli katkılarda bulunmuştur. Modellerin yetkinliklerinde artışla, insanlarda yapılacak çalışmalara ve antidepresan tedavi çalışmalarına yön verecek bulgulara ulaşılması olası görünmektedir. |
OLGU SUNUMU | |
4. | Yönelimli Psikoterapi İlkelerinin Bir Olgu Eşliğinde Tartışılması Discussion of Psychoanalytic Psychotherapy Strategies of Borderline Personality Disorder by Means of a Patient Aslıhan Sayın, Dilşad Özdemir, Selçuk Aslan, Leyla ZileliSayfalar 135 - 140 1940-60'h yıllar arasında sınır kişilik bozukluğu olan hastalara daha çok preşizofrenik gibi bakılmaktaydı ve dolayısıyla bu tanıyı alan hastalarda psikanalizden kaçınmak, destekleyici psikoterapi uygulamak önerilmekteydi. 1970'li yıllarda Kernberg'in "Sınır Kişilik Organizasyonu" tanımıyla, tedavi yaklaşımında araştırıcı yöne doğru bir kayış oldu. 1980'li yıllardan itibaren eski görüşlere bir dönüş oldu. Terapiden olumsuz etkilenecek hasta profilleri çıkarılmaya çalışıldı. Sınır Kişilik Bozukluğu'nda psikoterapi etkinliğine dair tartışmalar bir çok nedenden kaynaklanmaktadır. Öncelikle bu hastaların heterojen bir grup olduğu gerçeğini kabul etmek önemlidir. DSM kriterlerinin bile halen tartışmalı olduğu bu hasta grubunda, geniş bir spektrum söz konuşundur. Çelişkili sonuçların diğer nedenleri de; terapistlerin farklı kuramların destekleyicileri olmaları ve çalışmalarda farklı hasta kriterleri, farklı tedavi ortamları ve ölçme yöntemlerinin kullanılması olabilir. Bu olgu sunumunun amacı, 3,5 yıl süren psikanalitik yönelimli psikoterapiyle görülmüş ve görüşmeler için süpervizyon alınmış, Sınır Kişilik Bozukluğu tanısı olan bir hastanın terapi süreci eşliğinde, bu hasta grubuyla uğraşan terapistlerin karşılaşabilecekleri durumları tartışmaktır. |
5. | Cinsel Kimlik Disfori Sendromu: Olgu Sunumu Gender Dysphoria Syndrome: Case report Bülent Kayahan, Erol Ozan, Nuri Doğan Atalay, Hayriye Elbi MeteSayfalar 141 - 145 Cinsiyet değiştirme ameliyatlarını talep eden hastalar iki gruba ayrılır. Birinci grupta transseksüel hastalar vardır, ikinci grup hastalar ise daha büyük ve sınırları belirsiz bir gruba ait olan cinsel kimlik disfori sendromu olan hastalardır. Transseksüalite; kişinin anatomik cinsiyetini reddederek karşı cinsin birincil ve ikincil cinsiyet özelliklerine sahip olmak istemesi olarak tanımlanabilir. Transseksüalitede karşı cinsiyet özdeşimi süreklidir. Transseksüalite çocuklukta başlayan bir bozukluktur. Transseksüel hastalar nadirdir. Cinsel kimlik disfori sendromu da transseksüalizm gibi kişinin anatomik cinsiyeti ile cinsel kimliği arasında uygunsuzluğun olduğu bir klinik durumdur. Transseksüalizm cinsel kimlik disfori sendromunun en ağır formudur, en aşırı uçta bulunur. Cinsel kimlik disfori sendromunun tek başına ve kalıcı olarak görülmesi nadir görülen bir durumdur. Cinsel kimlik disfori sendromu olgularının çoğu DSM-lVe göre birinci eksen tanısı alır (psikotik bozukluklar, affektif bozukluklar). Ayrıca psikozun eşik altı formları, karakter patolojileri, majör gelişimsel problemler sıklıkla cinsel kimlik disfori sendromuna eşlik etmektedir. Cinsel kimlik disfori sendromu klinik gidiş olarak dalgalanmalar gösterir (remisyon ve alevlenmeler). Cinsel kimlik disfori sendromunda birincil psikiyatrik hastalığın tanısı ve cinsel kimlik disfori sendromunun bu hastalık ile bağlantısı uygun tedavi ve prognoz için önemlidir. Bu yazıda obsesif kompulsif bozukluğun eşlik ettiği ve sertralin ve risperidon tedavisi ile tam düzelme gösteren bir cinsel kimlik disfori sendromu olgusu bildirilmiştir. |
6. | Alkolik Halüsinozis Alcoholic Hallusinosis Murat Erdem, Mehmet Ak, Tunay Karlıdere, Nahit ÖzmenlerSayfalar 146 - 149 Şizofrenik bireylerde normal populasyonun dört katı oranında alkolizm saptanması, alkol bağımlılarının %43'ünde geçici varsam ve sanrıların tespit edilmesi nedeni ile alkol bağımlılığı ve psikotik bozukluk yakından ilişkili görünmektedir. Alkol halüsinozisi genellikle canlı varsanılarla seyreden klinik bir tablodur, işitme varsanıları bireyi tehdit eden, korkutan, ürküten niteliktedir. Üçüncü bir kişinin konuşması şeklinde algılanırlar. Alkolik halüsinozis alkol bağımlılığı erken yaşta başlayan, alkol tüketimi diğer alkol bağımlılarına göre daha fazla olan, alkole bağlı yaşam sorunları ile daha sık karşılaşan bireylerde ortaya çıkmaktadır. Muhtemel patofizyolojik mekanizmaları arasında nöronal membranlarda dopaminerjik transmisyon ve diğer nörotransmitter değişiklikleri, artmış beta karbolin seviyeleri, işitme sistemi bozuklukları bulunmaktadır. Bu tablonun seyri iyi olarak belirtilmekle birlikte olguların %10-20'sinin süregenleştiği bildirilmektedir. Alkolik halüsinozis nadir görülen, patofizyolojik mekanizmaları tam olarak tespit edilememiş olan ve ayırıcı tanısının iyi yapılması gereken bir klinik tablo olarak dikkati çekmektedir. Klinik pratikte seyrek karşılaşıldığı düşünülen bir alkolik halüsinozis olgusu sunulmuştur. |