ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 19 (1)
Volume: 19  Issue: 1 - 2016
EDITORIAL
1.Editorial
Burhanettin Kaya
Page 4
Abstract |Turkish PDF

RESEARCH ARTICLE
2.Sociodemographic And Clinical Characteristics in Medical Students with Attention Deficit Hyperactivity Disorder
Filiz Özdemiroğlu, Kadir Karakuş, Çağdaş Öykü Memiş, H. Gülnur Şen, Levent Sevinçok
doi: 10.5505/kpd.2016.21931  Pages 5 - 14
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı tıp fakültesi öğrencilerinde Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu sıklığının belirlenmesi; Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan ve olmayan öğrencilerin bazı sosyodemografik ve klinik özellikler yönünden karşılaştırılması ve Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ile cinsiyet arasındaki ilişkinin çeşitli yönleriyle incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 577 tıp öğrencisi dahil edilmiştir. Öğrencilere sosyodemografik veri formu ve DSM-IV’e Dayalı Erişkin Dikkat Eksikliği Bozukluğu/ Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Tanı ve Değerlendirme Envanteri uygulanmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya katılan 577 öğrenciden %8‘inde (n=46) DSM-IV’e göre erişkin Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olduğu saptandı. Bunlardan 22 tanesinde (%48) dikkatsizlik, 14 tanesinde (%30) hareketlilik ve 10 tanesinde (%22) karışık özellikler ön plandaydı. Dokuz öğrencinin (%1.6) aha önce Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı almış olduğu, bunlardan 7 tanesinin erişkinlikte devam ettiği saptandı. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı bulunan öğrencilerde düzenli alkol kullananların oranı, Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı olmayanlara göre anlamlı derecede yüksekti (p=0.015).
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı olan öğrenciler arasında, kızlarda sınıf tekrarı ve psikoaktif madde kullanım oranlarının Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı olmayan kızlara göre; erkeklerde ise psikoaktif madde kullanım oranlarının Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı olmayan erkeklere göre daha fazla olduğu tespit edildi.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Örneklemimizde üniversite öğrencilerinin %8’inde erişkin Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olduğu saptanmıştır Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı olan öğrencilerde düzenli olarak alkol kullanım oranları yüksekti. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu bulunan kız öğrencilerde sınıf tekrarı ve psikoaktif madde kullanımı, erkek öğrencilerde ise psikoaktif madde kullanımı artmıştır.
INTRODUCTION: The aim of this study was to investigate the prevalence of attention deficit hyperactivity disorder; to compare sociodemographic and clinic variables, and gender differences between medical students with or without ADHD.
METHODS: A total of 577 medical students were included in this study. Data were collected by using a sociodemographic questionnaire and the Adult Attention Deficit Disorder/Attention Deficit Hyperactivity Disorder Diagnostic and Assessment Inventory based on DSM-IV.
RESULTS: Among 577 students 8% (n=46) were found to have a diagnosis of adult attention deficit hyperactivity disorder according to criteria of DSM-IV. 22 (48%) of them had predominantly inattentive, 14 (30%) had hyperactive, and 10 (22%) had combined type. The rates of regular alcohol use in students with attention deficit hyperactivity disorder was significantly higher than those without attention deficit hyperactivity disorder (p = 0.015).
When participants were assessed according to gender, the rates of failing in class and substance use in girls with attention deficit hyperactivity disorder were higher than in girls without attention deficit hyperactivity disorder. Whereas, substance use rates were higher in boys with attention deficit hyperactivity disorder than those without attention deficit hyperactivity disorder.

DISCUSSION AND CONCLUSION: Adult attention deficit hyperactivity disorder was found to be 8% of our sample in university students. Regular alcohol consumption rates were higher in students with attention deficit hyperactivity disorder. The rates of failing in class and substance use were higher in girls, substance use were higher in boys with attention deficit hyperactivity disorder

3.Is Quality of Life Associated with Caregiver Burden and Social Support among Caregivers of Patients with Bipolar I Disorder?
Özlem Devrim Balaban, Ali Haydar Küçüktüfekçi, İbrahim Tolga Binbay, Nesrin Karamustafalıoğlu
doi: 10.5505/kpd.2016.97269  Pages 15 - 26
GİRİŞ ve AMAÇ: Bipolar I bozukluk (BPB I) hastalarının bakımverenlerinde yaşam kalitesinin yük ve algılanan sosyal destekle ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ekim 2013-Ocak 2014 tarihleri arasında, DSM-IV-TR tanı ölçütlerine göre en az bir yıldır BPB I tanısıyla izlenen 75 hasta ile hastalara en az bir yıldır bakım veren 75 kişi araştırmaya alındı. Hastalar sosyodemografik ve klinik görüşme formuyla, bakımverenler ise sosyodemografik form ve Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu Türkçe Versiyonu (WHOQOL-BREF-TR), Zarit Bakım Verme Yükü Ölçeği (ZBYÖ) ve Algılanan Çok Yönlü Sosyal Destek Ölçeği (AÇYSDÖ) ile değerlendirildi. Karşılaştırmalar için bakımverenler ZBYÖ puanlarına göre hafif, orta ve şiddetli yük gruplarına ayrıldı.
BULGULAR: Daha şiddetli yük bildiren bakımverenlerde WHOQOL-BREF-TR’nin sosyal alan puanı dışında tüm alt alan puanları yükü daha az olan bakımveren gruplarına göre daha düşük saptandı. AÇYSDÖ toplam puanı ile WHOQOL-BREF-TR’nin sosyal, çevre ve ulusal çevre alanları arasında, AÇYSDÖ' nin aile alt alanı ile WHOQOL-BREF-TR’nin psikolojik, sosyal, çevre ve ulusal çevre alanları; arkadaş alt alanı ile fiziksel; özel bir insan alt alanı ile sosyal, çevre ve ulusal çevre alanları arsında anlamlı pozitif yönlü ilişki saptandı. Bakımveren yükü, bakımverenlerin yaşam kalitesi için önemli bir yordayıcı faktördü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: BPB I olan hastalara bakımverenlerin yaşam kalitesi düşüktür. Yaşam kalitesini artırmak için hastalıkla ilişkili yükü azaltılmaya ve sosyal destek sistemini artırmaya yönelik yaklaşımlar geliştirilmelidir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to investigate the relationship between quality of life and burden and perceived social support among caregivers of patients with bipolar I disorder (BPD I).
METHODS: Seventy five patients with the diagnosis of BPD I according to the DSM-IV-TR criteria at least for one year and 75 caregivers of these patients for at least one year were included to the study between October 2013 and January 2014. Patients were evaluated with sociodemographic and clinic data form and caregivers were evaluated with sociodemografic data form,World Health Organization Quality of Life Short Form Turkish Version Scale (WHOQOL-BREF-TR), Zarit Burden Interview (ZBI), and Multidimensional Scale of Perceived Social Support (MSPSS). Caregivers were divided into three groups as having mild, moderate and severe burden according to ZBI scores for comparisons.
RESULTS: All subdomain scores of WHOQOL-BREF-TR except social domain were significantly lower in caregivers who reported higher burden compared to the caregiver groups with lower degree of burden. It was found to be a significant positive correlation between MSPSS total score and social, environmental and national environmental domains of WHOQOL-BREF-TR, family subdomain of MSPSS and psychological, social, environmental and national environmental domains of WHOQOL-BREF-TR, friends subdomain and physical domain, and significant others subdomain and social, environmental and national environmental domains. Caregiver burden was an important factor to predict the quality of life of the caregivers.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Quality of life of caregivers of BPD I patients is low. Strategies intended for decreasing burden related to the disease and increasing social support should be developed for improving quality of life.

4.Risk Taking Behavior: An Evaluation in terms of Childhood Trauma and Self-Esteem
İrem Eker, Banu Yılmaz
doi: 10.5505/kpd.2016.02996  Pages 27 - 36
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, genç yetişkin bireylerde risk alma davranışlarının türleri ve yaygınlığı ve çocukluk çağı travmaları ve benlik saygısı değişkenleriyle ilişkisinin incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmanın verileri, 18-26 yaş arası ( = 21.13, standart sapma= 1,63) 126 kadın, 73 erkek üniversite öğrencisinden, Çocukluk Örselenme Yaşantıları Ölçeği, Coopersmith Benlik Saygısı Ölçeği ve Risk Alma Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Bu standart ölçme araçlarının yanı sıra, formun başında araştırmanın amacının açıklandığı ve etik konuların bildirildiği bir bilgilendirilmiş onam formu ve katılımcı özelliklerini öğrenmeye yönelik bir demografik bilgi formu kullanılmıştır.
BULGULAR: Betimleyici analizler, en sık görülen riskli davranışların sigara ve alkollü içki kullanmak ve fiziksel kavgalara girmek; az görülen riskli davranışların ise içkili araba kullanmak ve cinsel tacizde bulunmak olduğu ortaya koymuştur. Korelasyon analizi sonucunda, risk alma davranışı ve Çocukluk çağı travmaları arasında pozitif ilişki gözlenirken, risk alma davranışı ve benlik saygısı arasında ise negatif bir ilişki bulunmuştur. Hiyerarşik regresyon analizi, cinsiyet, yaş, cinsel istismar ve fiziksel istismar değişkenlerinin risk alma davranışını anlamlı düzeyde yordadığını ortaya koymuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu araştırma, risk alma davranışlarının, çocukluk çağı travmaları ve benlik saygısı ile ilişkisini göstermiştir. Bu bulgular, ilgili yazın kapsamında ele alınarak doğurguları açısından tartışılmaktadır.
INTRODUCTION: The purpose of this study is to investigate the types and the prevalence of risk taking behavior in young adults and its relationship with childhood trauma and self-esteem.
METHODS: Data were collected from 126 female and 73 male undergraduate university students aged 18-26 years (mean age 21.13, SD=1.63), using three standardized scales, namely, Childhood Trauma Questionnaire, Coopersmith Self-Esteem Inventory, and Risk Taking Behavior Questionnaire. Besides these standardized measures, an informed consent form was used in order to explain the purpose of the study and the ethical issues, and a demographic information questionnaire was used to determine the characteristics of the participants.
RESULTS: The descriptive statistics revealed that the most frequent risk taking behaviors were smoking, drinking alcohol, and fighting whereas the least frequent ones were driving under the influence, and sexual abuse. The correlation analysis indicated a significant positive correlation between risk taking behavior and childhood trauma, and a negative correlation between risk taking behavior and self-esteem. The predictors of the risk taking behavior were found to be sex, age, sexual abuse, and physical abuse according to the results of the stepwise hierarchical regression analysis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This research indicated the relationship between risk taking behavior and childhood trauma and self-esteem. The findings were discussed in terms of their implications with references to the related literature.

REVIEW
5.Borderline Personality Disorder and Its Relation With Crime And Violence: A Review
Bengisu Nehir Aydın
doi: 10.5505/kpd.2016.83703  Pages 37 - 44
Sınır kişilik bozukluğu; genç yetişkinlikte başlayan, kişilerarası ilişkilerde, benlik imgesinde ve duygulanımda dengesizlik ve belirgin dürtüsellik şeklinde birçok bağlamda kendini gösteren bir örüntü olarak tanımlanmaktadır. Sınır kişilik bozukluğunun ortalama popülasyonda yaygınlığının %1,6 ile %5,9 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Suçlularla yapılan birçok araştırmada şiddet ve suç davranışı için belirlenen risk faktörleri arasında madde kötüye kullanımı ve genç erkek olmak ile birlikte sınır kişilik özellikleri de yer almaktadır. Mahkumların %25-%50’sinin sınır kişilik özellikleri gösterdiği bildirilmektedir. Öfkeyi, dürtüsel davranışları yönetmede, riskleri değerlendirmede düşük kapasite; dengesiz duygulanım, dürtüsellik ve reddedilme korkusu ile birleştiği zaman, şiddet ortamı açısından yüksek risk oluşmaktadır. Sınır kişilik bozukluğu sadece suç işleyen açısından değil suçtan etkilenen mağdur açısından da önem taşımaktadır. Sınır kişilik bozukluğu olan bireylerin hem çocukluk dönemlerinde hem de klinik gözlemler sonucunda görüldüğü üzere yetişkin yaşamlarında, mağduriyetin yaygın olduğu belirtilmektedir. Kişilerarası ilişkilerde güçlük yaşamalarından dolayı, sıklıkla kendilerini istismar ya da şiddet içeren ilişkilerin içinde bulmaktadırlar. Bu yazıda, sınır kişilik bozukluğu ve suç ile ilgili literatür incelenerek, sınır kişilik özellikleri ile suç ve şiddet arasındaki ilişki dürtüsellik, mağduriyet, cinsiyet farklılıkları, diğer psikopatolojilerle bağlantısı açısından ele alınmıştır.
Borderline personality disorder is a pattern beginning in early adulthood, appearing in various context such as instability in interpersonal relationships, self-image, affect and marked impulsivity. It is estimated that the prevalence of borderline personality disorder in main population is between 1.6 - 5.9 %. Borderline personality traits take place in the risk factors of crime and violence in addition to being young man and substance abuse in many studies which were carried out with criminals. It is reported that 25-50 % of prisoners have borderline personality traits. High risk occurs in terms of violence environment when low capacity in managing anger responses, impulsive behaviors are combined with unstable affect, impulsivity and fear of abandonment. Borderline personality disorder is also important in terms of the victim who is effected from the crime. Victimization is common in both childhood and adulthood of borderline patients. Because of the difficulty in interpersonal relationships, they often find themselves in relationships which include violence and abuse. Violence
is a base for a victim turning him/her to a criminal. Social politics and treatment approaches have importance to decrease violence and crime rates and brake the vicious cycle between being victim and perpetrator. Protecting the criminals, who have been the victim at one point in their life, from stigmatization is also important. In this article, borderline personality traits and its connection
with impulsivity, victimization, gender differences and comorbidity with other psychopathological conditions in terms of crime, will be stated.

CASE REPORT
6.Coping Skills Of People With Amputation: Case Presentation
İpek Özsoy, Ülgen H. Okyayuz
doi: 10.5505/kpd.2016.30074  Pages 45 - 51
Bir uzvun bir kısmını veya tamamını, tıbbi nedenlerden dolayı vücuttan ayırma işlemine amputasyon denir. Amputasyona, eğer vücudun bir uzvundaki hastalık iyileşmeyecek ve hastanın hayatını tehlikeye atacak duruma gelmişse ihtiyaç duyulur. Amputasyon tarihte uygulanan en eski ameliyatlardan biri olup ekstremite amputasyonu hem ruhsal hem de fiziksel bir hastalıktır. Amputasyonun organik süreçleri kapsayan tıbbi boyutu dışında hastanın tepkilerini belirleyen ruhsal boyutu da vardır. Amputasyon kişi için organ kaybının yanında, beden imgesi, işlev, iş ve ilişkiler bağlamlarında kayıplar yaşadığı bir durumdur. Kaybın her çeşidine karşı, kişiler ruhsal tepkiler, yanıtlar verir. Yas süreci denilen bir dizi evreden geçerler. Bu süreçte amputasyon geçirmiş kişinin bireysel özellikleri, aile desteği, sosyal destek, kültürel alt yapı ve kayba yüklediği anlam duruma vereceği psikososyal tepkilerini etkiler. Hastalıkla baş etme, zaman içinde değişen dinamik bir süreçtir ve baş etme biçimi hastanın psikososyal tepkilerini etkiler.
Bu çalışma, sunulan vaka ile birlikte, travma, kayıp ve yas tepkilerinin kişinin hayatındaki etkilerinin, rolünün, kişinin baş etme yöntemlerinin ve tepkilerinin sentezlenip anlaşılabilmesini sağlamayı amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: ampütasyon, kayıp, yas süreci, baş etme yöntemleri
Amputation is the process of seperation of a part or the whole of the limb form the body, because of medical reasons. If the organ will not cure, or if this situation causes a risk for patient's life, amputation will be needed. Amputation is one of the oldest operations in history. Extremity amputations have both physical and psychological results. Amputaion is a situation that its meaning for individual is not only an organ loss but also loss of body image, function, work and relationships. Individuals give reactions against all the types of loss and they go through a periods which is called mourning period. In this period, people with ampuations's personal characteristics, family support, social support, cultural background and meaning that they give for the loss effects their psychosocial reactios. Coping with an illness, is a dynamic period that changes by the time and coping skills of infividual effects his or her psychosocial reactions.
In this study, it is aimed that get across by making synthesize the effects and role of trauma, loss and mour ning reactions in idividual's life, effects of his or her coping skills and reactions, with the light of the presented case.

7.Interesting Suicidal Attempt of Schizophrenia Patient: Nine Cylindrical Batteries in Abdomen
Serpil Bayındır, Fatma Koçyiğit, Mustafa Kahraman
doi: 10.5505/kpd.2016.43531  Pages 52 - 55
Yabancı cisim yutulması, çocuklara oranla erişkinlerde daha az rastlanan acil problemlerdendir. Özellikle psikiyatrik bozukluğa eşlik eden psikoaktif madde kullanımı gibi komorbid durumu bulunan hastalarda bu oran daha artmaktadır. Şizofreni hastalarında % 10 oranında görülen suisidal girişimler özellikle bu hastaların ruhsal durumlarındaki dalgalanmaları ve tedavilerindeki aksamaları ile ilişkilidir. Karın ağrısı ile başvuran şizofreni hastalarında kendine zarar verme dürtüsü ve komutsal halüsinasyonlar ön planda ise yabancı cisim yutması akılda tutulması gereken nedenler arasındadır. Bir gün önce 14 mm çaplı, 50 mm uzunluğunda ve 9 gr ağırlığında dokuz adet kalem pil yutan şizofreni hastasına acil endoskopi yapıldı. Seri grafilerle ve hastanın klinik tablosu ile takip edildi. Gelişinden yaklaşık olarak 24 saat sonra piller komplikasyonsuz olarak feçes ile dışarı atıldı. Literatürde özellikle çocuklarda düğme şeklinde pil yutulması ile ilgili pek çok olgu bulunurken, erişkin hastada bu sayıda silindirik pil yutulması olgusuna rastlamadık. Bu olgu yabancı cisim sayısının fazla olması ve ilaç uyumu bozuk, alkol kullanımı olan psikiyatrik hastaların suisidal girişimleri arttırabileceğini vurgulaması açısından sunulmuştur.
Foreign body ingestions are less common emergency problems in adults than in children. This rate more increases in patients who has comorbid conditions, especially using with psychoactive substances accompanying psychiatric disorders. The suicidal attempts are seen in % 10 of the schizophrenia patients which is particularly associated with their mood swings and disruptions of the treatment. When the schizophrenia patients admitt to the hospital have presented with a self-destructive impulsivity and command hallucinations foreign body ingestion must keep in mind among the reasons. A day before the schizophrenia patient who has ingested 14 mm diameter, 50 mm length and 9 g. lenght nine cylindrical batteries, was applied urgent endoscopy. Patient was followed with serial radiography and clinic properities. After approximately 24 hours of arrival the batteries are excreted in the feces without complication
Especially in children most of suisidal attempts about ingested the button batteries has been reported in literature, but we couldn’t find out this number any case in adults. This case which has a greater number of foreign bodies, using drugs irregular and alcohol in psychatric patients may increase the number of suisidal attempts has been reported with literatüre.

LookUs & Online Makale